Bir çocuk 3 yaşına geldiğinde ruhsal yapısının oluşumunda yeni bir safhaya girmiş olur. “Fallik dönem” olarak adlandırılan bu dönemde zihinsel gelişim açısından önemli bir mesafe kat eden çocuk yeni keşiflere doğru demir almaya başlamıştır. Bu dönemde en çok ilgilisini ve dikkatini çeken şey cinsiyet faktörüdür. Cinsel organını ve cinsel kimliğini keşfeden çocuğun en merak ettiği şey kendisine benzemeyen karşı cinstir. Örneğin bir erkek çocuğu öncelikle kendisini babası ile kıyaslar. Her ikisi de aynı cinsiyete sahip olduğundan pek çok ortak noktaları vardır. Ancak karşı cins olan annedeki farklıklar daha çok dikkatini çekmeye başlar. Mesela annede penis yoktur, göğüsler vardır, yüz hatları farklıdır, sesi incedir, saçları uzundur vb… İnsan doğasının en temel özelliklerinden biri olan “farklıyı merak” ve buna bağlı olarak ortaya çıkan “keşfetme içgüdüsü” ile erkek çocukta anneye doğru bir ilgi ve yönelim olur. Bu yönelimin bir sebebi de babayla kurduğu özdeşimdir. Nasıl ki hemcinsi olan babanın bir eşi varsa kendisinin de bir eşi olmalıdır. Dolayısıyla çocuk, kendisine en yakın olan, oral ve anal dönemde bütün ihtiyaçlarını karşılayan, kucağında cennetteki huzuru hissettiği kişiyi, annesini eşi olarak seçer. Örneğin bu dönemde erkek çocuklar büyüdüklerinde anneleri ile, kız çocuklar ise babaları ile evleneceklerini söylerler. Yine bu dönemde erkek çocukların anneleri ile, kız çocukların ise babaları ile uyumak istemelerinin sebebi fallik dönemin bir özelliğidir. Ne var ki süperegosu gelişmemiş olan 3 yaşındaki bir çocuğun yaptığı bu seçim pek kabul görmez, reddedilir, azarlanır, Mesela annesi ile beraber uyumak istemesine rağmen bu isteği geri çevrilir. Bu isteklerin kabul görmemesinin sebebi toplumların sağlıklı bir şekilde devamını sağlayan yasaklardan biri olan “evrensel ensest yasağıdır.” Ancak çocuğun bu isteği geri çevrilirken azarlayıcı ve sert bir üsluptan kaçınılmalıdır.
Tüm bunların yaşandığı bir ortamda, erkek çocuk babayla özdeşim yapıp, babanın kendisine sağlıklı bir model olması yoluyla bu süreci tamamlarken annesinden vazgeçmeyi kabul eder. Partner arayışını başka alanlara kaydırır. Bu sağlıklı gelişimin belirtisidir. Ama bu dönemlerde hem babadan hem de anneden kaynaklanan engelleyici, çatışmalı, cezalandırıcı yasaklayıcı veya da tamamen kabullenici (her gece annesi ile yatakta yatmasına izin verilmesi gibi) tavır ve tutumlar çocuğun bu döneme saplanıp kalmasına, ruhsal gelişiminde yüzlerce farklı klinik sendromun oluşmasına neden olabilir.
Şöyle ki, bu dönemde süperegosu gelişmemiş bir erkek çocuk, bu yasakların ve cezalandırmaların nedenini anlamlandıramadığı için kendisinin babası tarafından engellenmiş olduğunu düşünerek babaya karşı öfke ve düşmanlık duyguları geliştirebilir. Bu öfke ve düşmanlık duygularının verdiği itkiyle hayal (fantezi) dünyasında babasını öldürdüğünü, ona zarar verdiğini düşünebilir. Veya yine benzer şekilde babasından daha güçlü bir konuma geldiği ve annesini babasının elinden aldığı fantezilerini kurabilir.
Bu dönemdeki bir çocuğun düşünce yapısında şu şekilde bir akıl yürütme sistemi hakimdir:
1-Düşüncelerim herkes tarafından fark edilir ve bilinir.
2-Düşünce ile eylem birbirinin aynısıdır. Dolayısıyla düşündüysem yapmışım demektir.
3-Yaptıysam sorumluyum demektir ve kötü bir şey yapan insanlar cezalandırıldığına göre ben de mutlaka yaptığım kötü şeyden dolayı cezalandırılacağım.
Dolayısıyla fantezi dünyasında babasını öldüren veya babasından daha güçlü olan çocuk suç işlediğini ve cezalandırılacağını düşünür. Bu cezalandırılacağı düşüncesi o kadar güçlüdür ki çocukta çok büyük bir kaygı yaratır. Bu kaygıya “kastrasyon anksiyetesi” (iğdiş edilme korkusu) adı verilir. Bu kaygının “kastrasyon” veya “iğdiş edilme” şeklinde tanımlanmasının geçerli bir sebebi vardır. Şöyle ki, bu dönemin zihinsel özellikleri açısından bakacak olursak erkek çocuk için güç ve iktidarın sembolü “penis” tir. Cezalandırılma korkusu yaşayan bir çocuk ise fantezi dünyasında ceza olarak bu güç ve iktidar sembolü olan penisin elinden alınacağını yani kesileceğini düşünür. Fallik dönemde babasıyla sağlıklı özdeşim yapamamış, ailenin yanlış tutum ve davranışları nedeniyle kastrasyon anksiyetesi yaşamış erkek çocuklarda “öedipal çatışma” dediğimiz bir durum ortaya çıkar ki bu durum kalıcı olduğunda ileriki yaşlarda çeşitli klinik tablolar halinde karşımıza çıkar. Fallik dönemde öedipal çatışma yaşamış bir birey ileriki yaşamında resmi bir kuruma gittiğinde veya bir otoriteyle karşılaştığında içinde bir bunaltı veya anksiyete (kaygı-sinirlilik) hisseder. Psikodinamik kuramda buna kastrasyon anksiyetesi denir ki kastrasyon anksiyetesini sosyal fobi, çekingen kişilik vb. tablolar halinde görmek mümkündür.
Yine fallik dönemde oedipal çatışma yaşamış olan bir birey ileriki yaşamında herhangi bir mutluluk veya güç elde ettiğinde içinde bir sıkıntı hissedebilir. Çünkü güç ve iktidara sahip olmak, bilinçaltında babanın haz kaynağına el uzatmak gibi algılanır ve bunun bedeli sıkıntı hissetmektir. Bu durum otokastrasyon olarak tanımlanabilir. Bilinçaltının muhteşem bir oyunu olan otokastrasyonda ise birey daha büyük bir cezadan kurtulmak için sahip olduğu güç ve iktidarı kendisi bloke eder. Yani bir anlamda babadan gelecek büyük bir cezanın korkusu yüzünden kişinin kendisine küçük bir ceza vermesidir. Mesela bir topluluk önünde konuşma yapmanın bilinçdışı dünyadaki anlamı bir güç gösterisinde bulunmaktır. Yani bilinçdışı dünyada bu durum babaya bir başkaldırı olarak algılanabilir. Bunun doğuracağı anksiyeteden kurtulmak için kişi toplantı saatini unutabilir, toplantıya giderken kaza geçirebilir veya o gün hastalanabilir. Yine benzer şekilde hayatında ciddi başarılara imza atan, önemli konumlara gelen ve ani yükselişler yaşayan insanların kısa bir süre sonra hastalık, ölüm, kaza, iflas, boşanma gibi durumlarla karşılaşmaları otokastrasyonun değişik versiyonları olarak tanımlanabilir.
Dünyada piyango, loto vb. şans oyunlarından büyük ikramiyeler kazanan ve yaşamın ilerleyen yıllarında kazandığı bütün parayı, hatta ikramiyeden önceki hayatında sahip olduğu pek çok şeyi kaybeden insanların sayısının çok yüksek olduğu bilinmektedir. Nasıl oluyor da büyük ikramiye kazanan insanların az bir kısmı mutlu bir hayat sürdürürlerken önemli bir kısmı yaşamlarının ilerleyen yıllarında sefalete düşüyorlar? İnsanlığın ciddi anlamda merak ettiği bu soruya dini öğretiler çeşitli açıklamalar getirseler de bu durumu şu anda bilimsel olarak en iyi açıklayan teori “otokastrasyon” dur.
Öedipal çatışmanın kız çocuklarında görülen şekline ise “elektra kompleksi” adı verilir. Elektre kompleksi, birçok açıdan erkek çocukların yaşadığı öedipal çatışma ile benzerlik göstermektedir. Ne var ki erkek çocukların baba ile yaşadıkları bu çatışma, kız çocuklarında anne ile gerçekleşir. Elektra kompleksi yaşayan kız çocukları ise babayı elde edebilmek için anne ile bir rekabete girerler ve bu dönemde anne babanın yukarıda belirtilen hatalı tutum ve davranışları ömür boyu sürecek bir kısır döngüyü barındıran ruhsal yapının oluşmasına neden olur. Örneğin annenin herhangi bir hastalık geçirmesi veya ölmesi durumunda ergenlik çağına gelen kız çocuklarında yoğun panik atak ve hipokondriyak şikayetlerinin görülmeye başlanması psikanalitik kuram açısından çocuğun duyduğu suçluluk duygusunun bir bedeli olarak görülmektedir. Çünkü yapılan incelemelerde ergenlik çağında panik bozukluk, hipokondriyak gibi şikayetleri olan kız çocuklarının annelerinin ölümünden bilinçdışı olarak kendilerini sorumlu tuttukları tespit edilmiştir. Çünkü 3 yaşında fantezi dünyasında anneyi öldüren ve bunu bilinçaltında bastıran kız çocuğu bir ömür boyu bu durumun kaygısını yaşadığından hayatının ilerleyen yıllarında panik atak vb. hastalıklarla bir nevi otokastrasyon yapar.
3-6 yaş dönemindeki bu çocuklar anne-babalarına cinsellikle, Tanrı ve ahiret inancıyla ilgili çeşitli sorular sorarlar. Kimi zaman bu soruları ile anne-babayı paniklettiklerini ve çaresiz bıraktıklarını da fark etmeleri güç değildir. Çocukların bu tip sorularına anne-babalar doyurucu, sağlıklı ve basit cevap vermezlerse çocuklar şaşkınlığa düşerler. Bu tarz sorulara anne-babanın azarlayıcı, kapatıcı ve ayıp kavramını ön plana çıkararak cevap vermeleri çocuklarda suçluluk duygusu oluşturur. Soru sorma girişişimi sonucunda suçlanarak engellenen çocuk zamanla yeni girişimlerde bulunmakta zorlanacak, kendisince girişim için yeterli motivasyon ve enerjiyi bulamayacaktır. Bu şekilde ya içe kapanık, çekingen, pısırık bir yapıya bürünecek ya da duygularını ifade ederken saldırganlaşan bir kimlik geliştirecektir. Fallik dönemde bu şekilde suçlanarak ve eleştirilerek büyütülen bir çocuk, hayatının ilerleyen yıllarında da bu kimlik yapısını devam ettirecektir.
İnsanın ruhsal yapısı ile ilgili olarak aynı fizik kanunlarında olduğu gibi çalışan çeşitli kanunlar vardır. Bu kanunlardan biri de “zorlantılı- tekrar” adını verdiğimiz kanundur. Zorlantılı tekrar kanunu şudur: Kimliğin ve kişiliğin temellerinin atıldığı 0-6 yaş döneminde yaşan travmalar bireyde öyle bir etki yaratır ki, hayatı boyunca kendisini bilinçdışı olarak o travmaların benzerlerini yaşayacak şekilde bir kısırdöngü içerisine sokar. Mesela fallik dönemini şiddetli bir öedipal çatışma yaşayarak geçirmiş bir erkek çocuk yaşamının ilerleyen yıllarında bu çatışmanın benzerini yine babasına benzer kişi, kurum ve nesneler üzerinde yaşar. Çalıştığı kurumun müdürü ile hiç yoktan sebeplerle çatışma-sürtüşme içerisine girer. Psikanalitik kurama göre aslında çatışma yaşadığı müdürü değil bilinçaltındaki babasıdır. Savunduğu görüş dışındaki tüm görüş, düşünce ve ideolojileri kendisine çok büyük bir tehdit olarak görür. Yoğun rekabet duyguları ve buna bağlı güç gösterisi ihtiyacı en temel duygusal yakıtıdır. Bununla ilgili kız çocuklar açısından da oldukça bol örnek vardır. Etrafındaki erkeklere sürekli kur yaparak onları baştan çıkarmaya çalışan bir kadının bilinçaltında, fallik dönemde yaşanmış elektra kompleksi sonucu babası tarafından görülme ihtiyacının şekil değiştirmiş bir zorlantılı tekrarı olabilir.
Fallik dönemle ilgili erkek çocuklar için özellikle belirtilmesi gereken çok hayati bir nokta da sünnet operasyonudur. 3-6 yaş dönemi erkek çocuğunun en büyük korkusu penisinin kesilmesi veya elinden alınmasıyken bir de bu dönemde çocuğun sünnet edilmesi, çok ağır travmalara neden olabilmektedir. 3-6 yaş döneminde sünnet edilen çocukların ileriki yaşamlarında erken boşalma, iktidarsızlık, sertleşme problemi gibi çeşitli cinsel işlev bozukluklarından; homoseksüellik, biseksüellik gibi çeşitli cinsel kimlik bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla sünnet törenleri ve sünnet uygulamalarının 3 yaşından önce ya da 6 yaşından sonra yapılmasında büyük faydalar vardır.
Psikanalitik jargonda “ayartıcı anne-baba” diye tanımlanan bazı anne-baba tutumlarının çocuktaki öedipal çatışmanın şiddetini artırdığı bilinmektedir. Bunlara birkaç verecek olursak:
1- Anne-babaların 3 yaşından sonra çocukları ile yatması.
2- Aile bireylerinin ev içerisinde çıplak dolaşması.
3- Anne – babanın çocuklarına karşı aşkım, sevgilim, hayatım, erkeğim gibi (partnere söylenen) kelimelerle hitap etmesi.
4- Anne-babanın çocukları ile dudaktan öpüşmesi.
5- Anne-babanın çocukları ile gereksiz güç mücadelesine girmesi.
6- Anne babanın 3 yaşından sonra çocuklarla beraber banyo yapması, 7 yaşından sonra çocuğa anne-baba tarafından banyo yaptırılması.
7- Çocuğun genital bölgelerine dokunarak sevmek, büyüdüğü halde genital temizliğini yapmak.
8- Anne-babanın birbirine mahsustan yakınlaşıp çocuğu kıskandırmaya çalışması.
9- Annenin çocuk üzerinde “baban gelince ona hesap verirsin” gibi cümlelerle otorite kurmaya çalışması.
Buradaki örneklerde belirtilen ebeveyn tutumlarıyla klinik çalışmalarda sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bu ve benzeri tutumların çocuğun ruhsal yapısına ve kişilik gelişimine ciddi hasarlar verdiği göz önünde bulundurularak, ebeveynlerin bu tutum ve davranışlardan uzak durmaları gerektiği bilinmelidir.
Mustafa GÖDEŞ
Klinik Psikolog